Arama İzni Çıkartıldı

12 Ocak 2018 Cuma

adem


adem



... Adem, köyün kahvesine babasının yanına gitmişti. Kahvede babasının yanında oturmuş oralet içerken, masadaki gazetelere odaklandı. Sigara dumanından ve anlam veremediği sohbetten uzaklaşmak için bir eliyle oraleti aldı diğer eliyle de masadaki gazeteleri. Dışarı çıkan Adem, kahvenin sol çaprazındaki yokuşa doğru yürüdü ve oradaki üstü kapalı alanda sandalyeye oturdu. Önünde uçsuz bucaksız bir vadi görüyordu. Hayatı hep engebeli yerlerde geçtiğinden düzlük nedir bilmezdi. Ancak yazları hayvancılık yaptıkları sırada düzlük görürdü, uzağa baksa da düz kalabilen düzlükler. Geri kalan hayatı dağlık ve engebeliydi. Gözünü soğuğun her bir kayasına itinayla işlediği uçsuz vadiye dikti. Dün gece yine ağlamıştı. Ağlamak istemese de sonuçta bir Ademoğlu’ydu; ağlardı. Gazetelere döndü, hafiften üşüse de o soğuk ona, anlık bir zevk vermişti. Yanaklarının kızarması ve onun bu kızarıklığı artık hissetmemesi. Burnunun akması fakat onun umrunda dahi olmaması büyük bir özgürlüktü ve bu özgürlük ona inanılmaz iyi geliyordu. Çok yaygın birkaç gazetenin geldiği kahvede, kendi sevebileceği bir şey olmamasına rağmen denk geldikçe resimlere bakmak, bir şeyler okumak için alır okurdu gazeteleri. Adem, özgürlüğüne düşkün bir çocuktu. Sıkıldı mı bir şeyden, yapmak istemezse bir şeyi atardı kendisini şu vadinin tepesine. Atardı ki elinde birkaç gazete, bir çay bardağı dolusu sıcak oralet, uzaklara dalar yanaklarını kızarıncaya kadar uzaklara bakardı. Artık kızarıklığı umursamayacak duruma geldiğinde de gazetelere dönerdi. Resimler görmek, sıcaklık görmek, güneş görmek isterdi. Kahveye birkaç metre uzakta, vadiyi olabildiğince geniş bir açıyla görebileceği bu yere yaşlılar ancak yazın oturabilirlerdi. Adem ise kalan 9 ayı olabildiğince burada geçirmeye özellikle dikkat ederdi. Kahveden alırdı sıcacık çayını, oraletini bazen de sadece sıcak suyunu, küçücük boyuyla yürür geçerdi sandalyesine. Hayatı kayalardan, dağlardan, soğuktan ibaretti. Burnu donsa dönüp de gık etmezdi evde. Hasta olmayı boynunun borcu bilirdi ki bir süre sonra olmazdı bile. Belki yarım saat bile oturmazdı orada. Babası, '' Adeem! Geçsene içeriye ananla kavga ettireceksin yine beni.'' diye bağırdı mı hızlıca toplardı gazeteleri, silerdi burnunu adeta Süpermen gökyüzünde uçuyor gibi. Geçerdi içeriye. Özgürlüğüne bir yere kadar düşkün bir çocuktu Adem ve kurtulacaktı bir gün kesinlikle. En derin vadileri gördüğü, en yüksek dağları seyrettiği bu yerden, en yeşil ovalara en mavi denizlere gidecekti. Özgürlüğüne belki de düşkün değildi Adem. Zaten yalnızdı. Arkadaşı da yoktu. Yalnız bir insan doğal olarak özgür sayılabilirdi. Özgürlüğüne hiç düşkün değildi Adem. Kurtulacağı günü değil de kurtarılacağı günü bekliyordu. Beklemeyi severdi Adem. Güneşi, sıcağı, biraz da olsa gökyüzünü görmeyi. Özgürlük nedir bilmezdi bile Adem. Bir kabanı, kalın bir atkısı, daha da kalın bir şapkayla bir çift eldiveni vardı. Her yer onundu. Özgürlüğün içine doğmuştu Adem...''

29 Kasım 2017 Çarşamba

AZ-RAIL


AZ-RAIL



En son bu köprüye geldiğimde hayata daha bir yakın, ölüme bir o kadar uzaktım. Bütün dünya dertlerine inat şimdi derin bir nefes çekiyorum tek tük geçen arabaların sesleri kulaklarımda. Yere o kadar sağlam basıyorum ki inanın Azrail dahi kıskanır kararlılığımı. Ölümü kabullenememek, Azrail’e saatlerce yalvarmak, af dilemek… Bunlara alışkın tabii kendisi. Bense kendi ayaklarımla gidiyorum O’na. Soğuk bir hava ve erken bir saat seçtim ki böleyim Azrail’in Pazar keyfini.

24 Kasım 2017 Cuma

DERİN


‘’Ölürsem bir gün ansız, hiç beklemiyorduk demeyin. Bekler insan ölümü evveli kendinden.
Hisseder vücudunun yorgunluğunu. Sessizce çekilir kendisine gölgelerde, yavaşça ölümü kabullenirken.’’

DERİN

‘’Derin, gözlerim açılmıyor karanlıktan. Karanlık ki gömülmüş bedenim ıslak topraklara. O denli bir karanlık ki tenimin soğuğu daha aydınlık Derin. Düşerim korkusuyla hareket de edemiyorum ve burası çok dar. Hiç rahat da değil öyle. Ben yüzüstü yatmayı severdim kendimi bildim bileli. Burada kendini bile şaşırıyorsun Derin. Elimi yastığın altına koyarak dirseklerimi yaya yaya uyumayı, ayaklarımı yorganın dışında bırakıp üşüyerek uyanmayı severdim.

20 Kasım 2017 Pazartesi

TEMİZ


TEMİZ





‘’Elinden geleni yapmak yetiyor mu sence de tek başına? Kurtulabiliyor mu insan çektiği sıkıntılardan, her şeyi denese de? Sanmıyorum. Bütün hayatım çabalayarak geçti, bir şeyleri başarmaya çalışarak. Sonra birileri çıktı ve dedi ki, endişelenme, sen elinden geleni yaptın. Tekrar soruyorum, yetiyor mu cidden? Milyonlarcası da ellerinden geleni yapmamışlar mıydı? Milyonlarcası da istememişler miydi başarmayı, iyi bir hayat yaşamayı? Bilemiyorum. Bütün yollar gri, soğuk toprak, zift rengi gökyüzü ve bunca şeye rağmen yemyeşil tutmamız beklenen hayallerimiz.
Hayallerimiz ve biz, sallanıyoruz istemsiz.
Çekersen maviliğini gökyüzünden, renksiz kalacaktır bu deniz.

18 Kasım 2017 Cumartesi

IŞIK


IŞIK

‘’Huysuz olmak istemezdim ben. Önce sevdiğim kadın sırtını döndü bana, sonra da içimdeki çocuk bıraktı gitti beni.’’



‘’Gökyüzünün bir anlamı vardı önceden Nejla. Hava kapandı mı üzülürdük, yağmur yağıp da açıldı mı gökyüzü nasıl sevinirdik. Sanki yeniden dünyaya gelmiş gibisine, yerdeki küçük su birikintilerine basa basa ezerdik inadına asfaltları. Çim bitmesi gereken yerde işi olmayan o taş yığınını döverdik altı ışıklı spor ayakkabılarımızla.’’

‘’Nejla değil Necla Faruk. Çık artık gelecek kadınlar diyorum.’’

‘’Deli miyim ben Necla?’’

‘’Of Faruk! Sabahtır aynı şeyler, git dolaş dışarıda. Hava kapatmayıversin hemen başlıyorsun aynı şeylere bendeki kafa be adam kafa!’’

‘’Deliyim galiba Necla. Başka bir açıklaması yok yaptıklarımın o zaman. Deli olmasam sevmezdim seni çeyrek asır önce. Deli olmasam vermezdim her şeyimi, ezdirmezdim kendimi. Sabahın 7’sinde kalkıp gömlek, süveter, ceket giyip kravat takan bir adamım. Bakkaldaki çırağın korkulu rüyasıyım her sabah. Gazeteyi marketten al diyor o da bana. Çok konuşuyormuşum Necla. Cemil desen artık göremiyorum onu da. Sahi, yemeğe çağırmıştım en son. O gece saat on’a kadar da beklemiştim oysa sonra uyuyakalmışım. Sağ olasın sen de örtmemişsin üstümü, üşüyerek uyandım sabahına. Sonra da görmedim Cemili. Hava da açtı hem Necla, bak ne diyorum. Kalk hadi sahile inelim ya da ne istiyorsan onu yapalım hadi.’’

‘’Kadınlar gelecek Faruk günüm var diyorum bir haftadır, dinlemiyorsun ki bir kere olsun. Hadi sen de yavaştan çık toplaşırlar yavaştan.’’

‘’Dışarısı soğuk gibi ama boşver inmeyelim sahile. Akşama meyhaneye gidelim seninle. Eski cumalarda olduğu gibi. Cuma akşamları kravatını gevşeten meyhanede alırdı soluğu. Mesai çıkışından dükkan kapanışına kadar bir devlet dairesi gibiydi meyhane. Ayırttırıyorum yeri bak şimdi çıkıp.’’

‘’Tamam, Faruk. Yeter ki bir çık gez gel hadi.’’

‘’Şu merdivenleri de bir yıkamazsın kadın. Eve kadınlar gelecek diye içerisini didik didik eder temizlersin şu merdivenler en son su yüzü gördüğünde çatıdan su sızıyordu.’’
‘’Faruuuuk! Çığlık atacağım vallahi.’’

‘’Tamam, tamam sustuk.’’
Belki de bir daha dönmemek üzere evden çıkmıştı...

.
.
.

‘’Bazı şeyler geçmişte kalmalıdır, ışıklı spor ayakkabılar gibi.’’


yeni bir başlangıç

2014 yılından itibaren yazmaya başladığım bu blogumu, yeni bir başlangıç için emekliye ayırıyorum. İlk yıllardan itibaren daha profesyonel d...