Arama İzni Çıkartıldı

8 Ekim 2016 Cumartesi

TAM BAĞIMSIZ KALPLER BİRLİĞİ (TBKB)

Başlığın garip ve anlamsız göründüğünün farkındayım,bu başlıkla amaçladığım şey ise çok basit,açık açık soruyorum şimdi sizlere;aşık olmak için illa sevmek mi gerekir?

Bugünlerde kafamı kurcalayan şeylerin başını çekiyor bu karmaşık ilişki durumları.Hatta başını çekmekten öte,kerata tüm dertlerimi eze eze en başa çıkarmayı biliyor kendisini.Bu konuda biraz insafsız sanırım.En başa çıktığı için amaçladığı şeyi de başarıyor bu yolla;kendini bir numaralı gündem maddesi konumunda tutmak...

Tabii,bunu her zaman yapmıyor,en hazırlıksız ve herşeye açık olduğumuz zamanlarda yapıyor;bazen uyumak için bakındığımız tavanda beliriyor,bazense duyduğumuz bir şarkıyla şaşkına dönen vücudumuzun bu durumundan faydalanarak bünyeye sızıyor.İşte burada benim kafama takılan soru devreye giriyor.Bir insan evladını gördüm ve o an ona karşı müthiş bir duygu yoğunluğu hissettim diyelim,buraya kadar açıklanabilir ve gayet normal ilerliyoruz.Hissi nedenlerimiz küçük bir tebessüm,kaş,göz vb. fiziki ögeler olabileceği gibi içsel şeyler de olabilir.Bu yoğunluktan sonraki aşama,o ilk yakaladığımız duygu patlamasının peşinden koşmamız.Onu bir daha görme isteği ya da onu sürekli görme isteği...Belimin artık sola doğru kamp kurmasına rağmen bir kere bile olsa onunla göz göze kalabilme ihtimali...Bir yerde otururken manzarımızı onu gören yerlerden seçme durumu...Bunlar hep o ilk duygu patlamasının-''ilk olan en güzelidir''deki-tekrar yaşama isteğinden kaynaklı gelişen durumlar.İnsanı aşık eden kısım da burası zaten,ilk anda yaşadığımız o duyguyu bir daha yaşamak için karşıdaki kişiye yakınlaşma,bir nevi insanın kendini tatmini.Hani bu,ders çalışmak için heveslendiğinizde ilk olarak odanızı toplamanız,kendinize layık bir çalışma ortamı hazırlamanız gibi bir şey.Toparlarken gayet motive ve çalışma isteğiyle yanarken bu toparlanmanın ardından kendinizi birden bitkin,üşengeç ve işe yaramaz hissetmeniz gibi.Yani bende böyle.O ilk anki motivasyonum ve isteğim nedense bir süre sonra kayboluyor ve sevmeden aşk yaşıyor gibi hissediyorum kendimi.Kalbime sorsam ''aşıksın işte lan!'' derken,beynim çok bilmiş bir şekilde ''ne işin var senin böyle şeylerle'' diye öne atılıyor.Ama bu konuda kabul gören organ kalp olduğu için bu sefer de içimde adeta bir ''derin devlet'' yapılanması hissediyorum.Kalbi tasfiye eden beyin hücreleri,bu aşkı vücudumdan temizlemek için çaba sarfediyorlar.Bense,bu durumdan habersiz,günde iki doz olarak aldığım bunalım hapının etkisinde garip düşüncelere dalıyorum.Beyin hücrelerim,bana sürekli kalbi kötüleyen sözler söyleyerek ona karşı olan güvenimi sarsmaya ve onu dinlememem konusunda bilginlendirmeye çalışıyorlar.Ben de mecburen inanıyorum beyin bu boru mu?...

Aradan uzunca bir zaman geçiyor ve beni artık çoğunlukla ele geçirmiş durumda olan beynim,son kalem olan benliğime ansızın bir girişimde bulunarak,bütün yönetimime el koymaya çalışıyor.İşte bu aşamada,asil duyguların hoşgörülü organı tüm bu girişimi bozarak püskürtüyor.Daha sonrasında da beyin hücrelerimi mülakatla seçmem gerektiği konusunda bana tavsiyede bulunuyor.Bende ona bu noktada,beni affetmesini beynim tarafından kandırıldığımı söylüyorum ve arayı biraz düzeltiyorum.Artık benliğime kalbim hükmediyor işte bu noktada aşk ve sevgi kelimesi benim için bir bütün teşkil eder hal alıyor ve nihayet bu karmaşanın içinden çıkabiliyorum.Bir geyik felsefesinin temelini oluşturan ''kalbini dinle'' öğretisi yolunda kendimi bir fedai olarak atıyorum.Beyin hücrelerimi çekinmeden infaz ediyor ve kendimi kalbin ellerine bırakıyorum...

Bu noktada işte seven insanın neden düşünemediğini anlıyorum.Seven insan mantıklı düşünemezin anlamsızlığı,benim için ortadan kalkıyor.

Kalp hükmederken insanın benliğine,beyine laf düşmüyor.İşte insan bu sebepledirki;''aşk''adı altında gözü kara,umursamaz ve adanmış davranıyor,düşünmeden davranıyor.

Aşık olmak için illa sevmek değil,bağımsız bir kalp gerekiyor.
Severken mantıklı davranmak için ise...
boşverin.

TBKB

TAM BAĞIMSIZ KALPLER BİRLİĞİ...

30 Ağustos 2016 Salı

DÜŞÜN TAŞIN S01 E02



‘’Piksel Piksel Anadolu’’

Kendimi ve düşüncelerimi kontrol edebildiğim zamanlardaki ilk taşınmamız hakkında yazdığım ufak yazıyı okumuştunuz.On yaşında çıkmış olduğumuz bir yol ve kendi hafızama,kendi istediğim şekilde kazıyacağım,yetki sınırlarıma girdiğim zamanlar yaşadığım ilk hatrı sayılır uzun yol.Birçok yaşanmışlığı arkada bırakmak her yaşta büyük bir sorun.Sadece büyüdüğümüzde yaşadıklarımız,hafızamız ve yaşantımızda derin izler bırakmıyor.Hatta belki de en çok küçükken yaşadığımız şeyler bizleri ileride nasıl bir birey olacağımız konusunda yönlendiriyor.Bu yüzden küçükken yaşanmış olaylar sizin hafızanızda yer edinmiyor olsa bile aile bireyleriniz tarafından büyük bir titizlikle hatırlanıyor ve saklanıyor.Evet o çoğunuzun geçirdiği havale mesela her anına kadar anlatılıp,toplu şükürler ediliyor siz hatırlamasanız da.İnsanın ilk 5-6 senesinin karanlıktan ibaret olması ne korkunç.Hatırlayanlarınız olabilir elbet ufak tefek fakat ilk tam hatırlanabilir şeyler benim hayatımda yedi yaşımın başlarında başlıyor.Üzücü bir olay olduğundan hafızamda yer edinmiş.Üzücü dediysem çocuk yaşta yaşanmaması gereken basit bir olay fakat yaşayan çocuk olunca büyüyen bir şey,yazdım kısaca yayınlarım ileride.Bu seriye dönecek olursam ailemizde bulunan iki adet memur ve babanın biraz dik başlı olması sebebiyle hayatımız gerek şehirler arası gerekse şehir içinde ilçeler arası bir taşınma maratonunun ortasında bıraktı bizleri.Bu ilk ‘’normal taşınma’mızın ardından gittiğimiz bir iç anadolu ilinde başımıza gelmeyen kalmadı diyebilirim.İlk başta büyük bir ilçesine -35-45 bin arası bir nüfuslu-taşındığımız ilde ilk senemiz gayet normal ilerliyordu.Yani bana yansıyan oydu ki ben çocuk aklımla çok irdelemiyordum bunları.Annem ve babam arada konuşuyorlar,ben girince susuyorlardı fakat ben çocuktum,özgürdüm ve düşünmek zorunda değildim.Bu nedenle takmıyordum.Tabii yansımalarına katlanmak zorundalığı da yine aileye bağımlılıktan dolayı kaçınılmazdı ve oldu da.İlk sinyaller okulun kapanmasına yakın anne tarafından verilmeye başlanmıştı.Sürekli okul durumum,arkadaşlarımla geçinip geçinemememin sorgulanması annem tarafından başlamıştı.Yeni bir yere gidersek üzülür müsün?Aşamasına kadar da ilerlemişti sorular.Çocuk olsam da anlamıştım ki alışkındımda zaten.Hatırlamasam da o yaşıma kadar çok yer gezdiğimizi annemden ve babamdan dinliyordum.Ben bu durumda her zamanki ılımlı kişiliğimle hiçbir zorluk çıkartmıyordum ailem için ve herşeye razı bir tavır takınıyordum.Bu onların işini kolaylaştırmıştı ve ilk direk söyledikleri ‘’taşınacağız’’ kelimesi mevcut tavrım dolayısıyla erken gelmişti.Ben direk eyvallahı çektim ve hayatıma devam ettim prosedürleri onlar halledecekti nasıl olsa.Zaman geldi ve daha bir sene önce yapılan o angarya işler tekrarlanmaya başladı.Bardakları gazetele,kolilere yerleştir,babayı çağır ve koliyi bantlayarak kapat-garantiye almak için de bir iple bağla-.Odanı topla,uyu,uyan ve yine taşımaya gelen elemanlarla evde köşe kapmaca oyna.Üstüne yine aynı senaryo ile kaşarlı pideni bir köşede mideye götür.Yeni taşınılacak yer aynı ilde bir başka ilçe fakat daha küçük-15 bin civarı-.Mesafesi bir saati bile geçmeyecek yer için o eşyaları topla ve taşın.Yeni yaşam alanını tanımaya çalış ve bu arada yerleşeceğin okulu ve yeni tanışacağın arkadaşları düşünmeye koyul.Sanırım gerçekten bir memur çocuğu olmak ve o çocuğu olduğunuz memurun dik başlı bir çalışan olması sizi oradan oraya savurabiliyor.Bu durum belki tüm memur çocukları için geçerli olmayabilir fakat her türlü durumda haksızlığa karşı duran bir adamın göz önünde çok tutulmak istenmemesi sonucu bende şu an devam eden ve edecek gibi görünen bu düşün taşın durumu can sıkıcı olsa da bir hayli de gurur verici bir şey.İşte bu yüzden hiçbir zaman bu ılımlı tavrı aileme karşı -her ne kadar takışsam da bazen- bırakmamaya o zamanlardan beri yeminliyim.Çünkü ne ben babama boyun eğ diyebilirim ne de anneme bu durumdan yaşadığım sıkıntıyı dile getirebilirim.Onlar da böyle olsun istemezlerdi sanırım fakat oldu herşeyde bir hayır illaki vardı.Bu yeni taşındığımız yerde bazı şeyler olacak ama onu da buradan bir sıpoylır edasıyla dip not geçiyim.Görüşmek üzreeee.

*Baba asker bu arada çok dile getirmek istemedim yazı içinde merak eden olursa diye ekliyorum.

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Düşün Taşın S01 E01

Se

Se a

Ses

Ses Deneme

Ses Deneme bir iki

Galiba geliyor sesim öncellikle kucak dolusu maraba herkese.
Bugün hayatımın onuncu yılını kutladığım buruk bir yazı temennisiyle oturmaktayım masaya(patron masası değil öğrenci masası…).Yamulmuyorsam da arkada on board(gemide)filminin film müziği çalmakta.Uzun süren sessizliklere ve kasvetli havanın hakim olduğu filmlere aşinaysanız izlemişsinizdir fakat izlemeyen varsa içinizin derinlerine işlemesi ve bir şeyleri dışarı çıkarması adına izlenemeniz tarafımca tavsiye olunur.Zaten içinizde hiçbir şey yoksa bile bu ve bu tarz müziklerin altındaki yorumları okuyarak yeteri kadar dert sahibi olabilirsiniz orası ayrı.Kısadan yazıya geçecek olursam şöyle ki konuyu genel açıda bir memur çocuğu yaşantısı ve psikolojisi özel açıdan ise ilkokulda dışlanma olarak elden almak gayretiyle başlayıp yine oraya buraya dadanma şeklinde devam etsem de asıl konuya şöylece bir girelim.
Sene 2005-2006 bilmekte olduğum benliğimi dinlemeye başladığım yıllar.Bunun diğer versiyonu ergenliktir tabii bilmekte olunan benliğin dinlenilmesi ve içine aşırı derece isyan enjektesi…
Neyse;

Sene 2006

Mekan:İç anadolu’da bir ilimis.(gidiş yönü)

Olay örgüsü;taşına taşına aşınan eşyaların yüklü olduğu kamyonun arkasında kaybede kaybede hüzün yumağı olmuş küçük bir gencin atıldığı kurtlar sofrasında kurda olan isyanı.(böyle yazınca edebiyat oluyor sanırım biraz da beklenti yükseliyor gibi geldi bana)


Taşınmak bir memur çocuğunun hobiden bozma fobisi diyebilirim.O taşınma aşamalarında annenin stresi ve babanın umursamaz tavırları arasında çocuğun anlamsız heyecanı bunu hobimsi kılan kısımken çocuğun daha yeni kaynaştığı arkadaşlarından ve sevdiceği olan öğretmeninden kopacak olması bunu fobi yapan etkenler.Hele ki eleman bir de çocukluk aşkı yaşıyorsa vay onun haline.Onun tek tarifi s*k kadar boyuyla şehirden ayrılırken sevilen,aşk duyulan küçük kızın elinde ki barbie bebeğine sarılarak ağlaması ardından oğlanın önce dizlerinin üstüne büyük bir sılov moşın efektiyle düşerek ve aynı anda 180 derece dönerek uyguladığı tavır ile son bulan bu aşk ise apayrı bir trajedidir.Esas oğlan olarak bende son durum olmasa bile hafif bir esintisi kalbimin damarlarından geçmedi de diyemem o kısmı ileride ufacık yazarım belki.İşte yine tüm bu duygu karmaşasında annenin büyük ve mucizevi şekilde(memur evi aslında çok da mucizevi değil gibi)koca 2+1 evi,tabağından çanağına gazeteleyerek tek tek kutulara isimleri kazıyarak ve bu sırada babanın sadece kutu kapama ve kapanan kutuyu taşıma görevini aldığını düşünerek başarması şöyle bir bakıp harbiden anne yaaağğ dememe sebebiyet vermişti.Benim görevim odamdaki ıvır zıvırı ve oyuncaklarımı toparlamaktı.Neyse bunlar yapıldı,evde son gün dışarıdan taşınmaların olmazsa olmazı kaşarlı pide yenildi ve erken kalkmak üzere yatıldı.Sabah olduğunda annem beni biraz geç uyandırmıştı.Uyandığımda evin benim odam dışında çoğunun taşındığını sadece kamyona yerleştirme düzenine göre bazı eşyaların bekletildiğini gördüm ve zaten sevmediğim bu angaryanın ortasında çok kalmayacak olmaktan mutluluk duyar bir şekilde balkondan çalışan adamları izlemeye koyuldum.Sona doğru bu sefer taşıyanların olmazsa olmazı olan kaşarlı pide ve kola geldi.Ben ordan kendi payımı alarak balkonda son bir yemek yedim manzaraya karşı.Eşyaların hepsi koyuldu ve yaz dönemi olması dolayısıyla benim de yazın bir gününde doğmuş olmam dolayısıyla 9’dan 10’a geçmiş sayarak o küçükken ki saçma büyüme isteğimi o günde sergiliyor ve kendimi on(10)yaşında ilan ediyordum(bok vardı).Hafif buruk bir şekilde kamyondan biraz sonra kendi arabamızla takip şeklinde yola koyuluyoruz.Ondan önce tüm vedalaşmalar yapılmış son anda tekrar vedalaşılan komşular ve arkadaşlar hüzne hüzün katmıştır.1 dakikalık bir el sallamayla kafaların yaklaşık 270 dereceye kadar bir baykuş edasıyla döndüğü o son selamlama kısmı da bittikten ve en sonda da o şehrin çıkış tabelası görünüp son kez ters yönde duran giriş tabelasına bakıp çekilen bir içten sonra maraton devam etmiştir…

23 Nisan 2016 Cumartesi

Türkçe rap üzerine;Şiirbaz-İlk dersim;insanlık öğretilmez içinde okulunun

Yıl 2012

Yaş 15-16

İdeoloji:Karışık

Hayat enerjisi:Orta seviye.

‘’Akşamlarım huzurluydu eğlencem sabahları
Annemin ısrarlarıyla bitirdiğim tabaklarım
Yanaklarım elma rengiydi hiç bir zaman kabak tadı
Vermemişti hayat o günler elde gazoz kapaklarım’’

Şiirbaz,sanırım Ankara’da kargaşa records tarafından düzenlenen bir yarışmada birinci olarak allame ile bir feat atmış ardından bir albüm çıkarmıştı.Çok büyük bir kitlesi yoktu ve hala da bu sayı artmış değil kendince profesyonel bir iş yapmaya sanıyorum 2013 yılında kurduğu-kurdukları- protest music stüdyosuyla başladı.Başlangıcı 2013 olarak gözükse de  o stüdyonun içini yüreği dışında doldurmaya 2015 sonları ve 2016 başlarında başladı.Şimdilerde 3 parçadan oluşacak bir albüm üçlemesi çıkartacağını söylüyor merakla beklediğim bir çalışma.Bu hafif wiki esintili bilgileri geçecek olursak dediğim gibi dinlemeye 2012 yılında denk geldiğim birkaç kaydıyla başladım.Sonrasında ise 2013 yılında allameyle yaptığı ‘’bir rapçinin hikayesi 2’’ ile bende sağlam bir yer edindi ve ardından sıkı bir şekilde tüm parçalarını takibe aldım.Her şarkısında en az üç dört cümlesi bende derin izler bırakıyordu yani gerçekten mahlasının hakkını veriyordu ve hala veriyor.Doğmamış kızına yazdığı mektupta söylediği ‘’Canım kızım ben baban ve eğer doğarsan oku bunu’’ ile başlayan ‘’Eylül’e Mektup’’ şarkısında adeta hayata dair dersleri-okul ve dersten ne kadar nefret etse de –ard arda sıralamış ve beni dinlerken dumur etmişti.Hayata dair olan bir diğer sözse o şarkıda ‘’Bir de gönül işlerine fazla kafa yorma bir tanem sabret, kaderinse bir gün seni bulur’’sözleri de beni gerçekten etkilemişti.Daha birçok böyle örnek verebilirim hatta youtube yorumlarımdan birisi de şöyleydi yakın zamanda çıkarttığı bir şarkı hakkında ‘’ baba seni ilk 4 yıl önce liseli yıllarda dinler karmakarışık olan kafamı devrim ve sola yatırmaya gayret ederdim büyüdük ama çok değil bi 4 yıl kadar,hala seni dinlerim ama kafam oturdu artık baba sadece dinlerim ve elimi kalbime koyar derinden bir respect derim sadece ve saygı duyarım yüreğine sağlık baba sağlıcakla’’.Dinlemeye başladığım yıllardaki kafa yapımın karmaşık olması dinlediğim ve okuduğum herşeye direk yönelmeme sebep oluyordu.Şiirbaz ve diğer rapçiler de bu duruma dahildi ama bunlar arasında beni en çok etkileyenlerin başında şiirbaz geliyordu.Popüler kültürün bir parçası olmayı reddettiği için belki kitlesi çok fazla yok ama en azından onu kalbine eline koyarak dinleyen insanlar oldukça fazla ve diğer popüler rap kitlelerinden oldukça samimi.İleride büyük kitlelere ulaşmasını elbet isterim ama umarım çizgisini bozmaz.Genel anlamda protest tavrın verdiği etkiyle ezilen ve ezenden bahsetmesi eleştirilse de 4 yıldır aynı şekilde devam ediyor.Parçasında Filistinden de bahsediyor-Özgürlük Filistinli bir çocuk ve elbet kimsesiz-bağdattan da hatta reyhanlıdan’da.Bir ayrım gözetmeksizin yapıyor bunu içinden geldiği gibi.Samimiyetin ve kararlığının çıkış amacı ezilen ve azınlıkların derdini anlattıkları bir müzik türü olan rap için ne kadar mühim olduğunu bana her parçasında gösterdiği ve hissettirdiği için ona minnettarım.Tekrar ve tekrar umarım ki bu kadar sağlam yazan bir rapçi hakettiği değeri görür ve büyük kitlelere sesini duyuyur.Bu ve başka konular hakkında yine aynı başlık üzerinden yazmaya devam edebilirim ne de olsa burası bir blog ve kafama ne esiyorsa o an onu yazıyorum.Sağlıcakla.



*Facebook üzerinden sorduğum ‘’bu tarz bir yazı yazsam sakıncası olur mu?’’ sorusuna verdiği’’ Ne istersen yapabilirsin gözüm. İfade özgürlügü temel bi haktır.’’ Cevabıyla da gönlümde edindiği yeri pekiştirdi.Saygılar sana olsun.

Takip etmek isteyen olursa eğer https://www.facebook.com/SiirBaz.BPM/.

Güneye Giderken

Bulutsuzluk özlemi,onlar Türk rock’ına  30 küsür senelerine veren efsane grup.Literatür onları ilk Türkçe sözlü alternatif rock grubu olarak tanımlıyor.Bense naçizane onları anadoluyu rock müziğe kazandıran efsanevi grup olarak tanımlıyorum.Tabii benim onları efsanevi olarak tanımlama nedenim sadece yaptıkları müzik değil protest tavırları lakin eleştirilen yanları da çok elbet,vokalistin sesi,şarkı sözlerinin yetersizliği ve ritim kaygısı eleştirilen konular arasında.Benim bunu yazma nedenimse sadece ve sadece şarkılar arasında zıpırdaken playlistimin ‘’Güneye Giderken’’ şarkısına geçmesi ve benim o an içime bir güney esintisi estirmeleri.Burada grubun wiki kaynaklı kuruluşu ve çalanlar hakkında bilgi içerikli şeyler yazmayacağım tabii ki benimki sadece solda yükselen güneşe çakılan bir selam olarak kalacak.Grup adına yapılan eleştirilerden biri Nejat abinin(vokal) sesi,çoğu sesinin kötü olduğu ve dinlenmeye değer olmadığını düşünüyor bense kendine özgü bir ses ve tonlaması olduğunu,şarkılarını dinlenir yapanın da bu olduğunu düşünüyorum.Tabii bunlar sadece benim düşüncelerim kişiden kişiye değişebilir,ben bu grubu dinlerken kendimi o şarkının içinde hissediyorum belki de biraz zorluyorum içinde hissetmek için ama sonuç olarak o güneşin sıcaklığını ve hafiften esen o rüzgarı hissedebiliyorum dinlerken bu sevmek ve dinlemek için yeterli bir neden olarak bende kalmaya devam edecek.Daha uzun uzadıya yazmak isterdim ama burası bir forum ya da sözlük değil bir blog,anlık şeyler ve yazmaya değer gördüğüm şeyleri barındırdığım bir yer.Bu şarkı da o anın verdiği sıcaklık sonucu bu yazıya ev sahipliği yapmış olup içimi ve sevenlerinin içini her zaman sıcak tutacaktır umarım sağlıcakla.

yeni bir başlangıç

2014 yılından itibaren yazmaya başladığım bu blogumu, yeni bir başlangıç için emekliye ayırıyorum. İlk yıllardan itibaren daha profesyonel d...