Arama İzni Çıkartıldı

27 Şubat 2020 Perşembe

çağ bozumu

- çağ bozumu - 




Bir toplum inşaası zihnimizde. Yıkılmaz görünür duvarlara papatyalar fırlatmak belki ardı ardına. Bulutlar kazımak tırnaklarımızla ve bu şekilde ulaşmak ulaşılmaz görünen gökyüzüne. Çünkü bizim içimizde o eskinin küfü, o yıkılmaz olanın külleri, bin yıllık ağaçların uğultusu bir an durulmaz. Bizim yerimiz kalabalıkların dövdüğü taş madenleri, bizim yerimiz çıplak ayaklarla patikalar çizilen tepeliklerin ardıdır. Hani ne vakittir ellerimizin içinde bir sıcaklık ki hissedemez olmuşuz, hani ne vakittir avcumuzun içinde kurak mevsimler hüküm sürer. İşte biz o vakitler kale kuşatmalarında mancılıklar kuran eller, işte biz o vakit şehir kapılarını döven o sert, o kaba, o nasırlı eller. İşte uzaktan izlediğimiz toplumun göğsünde yumuşattığı nefret, özgürlük çağlayan nehirlerle doyurmamız susamış gölgeleri. Kalabalıklar demek yumruklarımızla delmek kadar sarsıcıdır gökyüzünü. Dil uzatılamaz ne varsa ellerimizle çekip çıkartmak kör kafeslerinden. Sırtımızı verdiğimiz bedenlerin gücüyle tırmanan inanç, dizleri yere vurduğu anda mahşerin efendisi kimmiş sergileyen o cemaat, yalnızlık nedir ve nasıl yaşanır bunu topluma kanıtlayan o asırlık çınar. Bütün bunlar zihnimizde bir toplum üretme derdimizdendir. Biz ne ütopya sergileri sermişiz modern toplumlarda, öyle ütopyalar ki kırk katlı binaların boydan cam kaplı mekanlarında şehrin gri nefesi üzerine sergilenen. Coğrafyanın yüklediği kaderi sırtında taşıyan da bunu sırtından atan da şehrin o sokağında, o birbirine kenetlenmiş kilit taşlarının arasına sızabilmiştir. İşte o insanlar ki bu sergilerden nefes nefese uzaklaşan, işte o insanlar kırk katlar dinlemeden yeryüzüne kavuşmak için kendilerini gökyüzünün kollarına bırakanlar. İşte o insanlar ki rüzgarla sevişenler. İşte biz, dimdik burada asırlardır, bütün kirimiz ve kinimizle. Bu çağın nefretinden arınmış sular bulsak bunu kuşlara cennet kılacak olan biz, insanlara sunulmuş suların saflığı peşinde endişeli. Yerle yeksan olmuş şehirlerin kalıntılarında hangimiz Rönesans tabloları arıyor oluruz, telaşına düştüğümüz şey ne olabilir can ve can’ımızdan başka. Suskunluk, kana kana içtiğimiz o baygınlık veren içki. İçtikçe kapılıp gittiğimiz o derin kuyularda kim ola ki bize bir ip uzatmıştır: kafamızı kaldırıp da şüphe duyuyor olmamızı bugün hangi insan, hangi toplum, hangi medeniyet garipseyebilir? Çalınan bir şey bizden gözlerimizi dikmek yıldızlara, çalınan bir şey bizden masum olan ne varsa. Ne vakit bir şehre protokol seyri gerçekleşeceği vakit değil, her vakit çiçekler dikilecektir ne vakit protokol dışında kalanların üstüne de şemsiyeler gerinecektir o vakit bir toplum çizebiliriz bileklerimizden sızan kahverengi kanımızla. Evet, nefesimizi içimize doldururken bizler yine gururlu bizlerin göğsü yine önde ve bizler yine dimdik. Seyrederken doyumsuz ne varsa yeryüzünde onların sırtları kambur, onların sırtları bükük. İşte biz böyle devirlerde önümüze boş sayfalar açıp da ilk cümlesine özgürlük diye başlayabilenlerdeniz. Özgür kalacak ruhumuz ve daima kendimiz.


8 Şubat 2020 Cumartesi

yol - 5 -



yol -5-

‘’ hissetmek, bizim için tırnaklarımızın içlerini duvar kırıntılarıyla doldurmak demektir.’’

Uyandım. Denizlerin üstlerini örttüğüm sabahlarda dahi üşümelerinin titrekliğini seyrederek uyandım. Söyleyecek sözü kadar köpürürmüş denizler diyen bilge adamların bileklerime işlediği damar yollarının tıkanıklığını hissederek, usulca yüzüme şefkatini işleyen sabah rüzgarını tenime misafir ettim. Vakitsizlik çağlayan kırılmış kayalıkları, kendisini bir şekilde kumsala atmış yorgun yolcuları dinlemek ne de zordur gözlerimle? Bedenimin sıcaklığını korumak için ürpertici şiirler okumayışım böyle sabahlarda. İnsan oluşumun hatırlatılmasına ihtiyaç duyduğum her an nefesini ensemde hissediyor olmanın verdiği ‘’ dünya, bugün de bana çalışıyor. ‘’ hissi. Zamanın kiralanabilir olduğunu öğrendiğim toprak yollarda, köylülerin ne kadar da cesur insanlar olabildiklerine şahit olduğum patikalarda, ellerimin boş kalmasını reddederek yürüdüğüm yolları dönüp sana doyasıya anlatma hevesimi yine bir manzaranın sönen ateşine bırakıyorum. Benim için zaman, gövdene işleyebildiğim dokunuşların saatleri dondurması kadar mucizevi. Hangi kenti ne şekilde geçersem geçeyim, hangi gökyüzünü dakikalarca tasvir edeyim içimde fark etmez: yürüyorumdur. Ellerim en son hangi mezarın toprağında bir sıcaklık hissetmiştir bilinmez. En son hangi şehri geçerken bu kadar ürkek adımlar atmışımdır. Duruldum, dört nala üzerine koşan dalgaları göğsünde yumuşatan asırlık kayalıklar gibi duruldum. Mademki yolum senden geçecek, mademki gökyüzümde senden başka bir yıldız barınması mümkün değildir o vakit dünya üzerinde gözümü açmaya değil, kapatmaya korkar olurum.

yeni bir başlangıç

2014 yılından itibaren yazmaya başladığım bu blogumu, yeni bir başlangıç için emekliye ayırıyorum. İlk yıllardan itibaren daha profesyonel d...