Arama İzni Çıkartıldı

29 Kasım 2017 Çarşamba

AZ-RAIL


AZ-RAIL



En son bu köprüye geldiğimde hayata daha bir yakın, ölüme bir o kadar uzaktım. Bütün dünya dertlerine inat şimdi derin bir nefes çekiyorum tek tük geçen arabaların sesleri kulaklarımda. Yere o kadar sağlam basıyorum ki inanın Azrail dahi kıskanır kararlılığımı. Ölümü kabullenememek, Azrail’e saatlerce yalvarmak, af dilemek… Bunlara alışkın tabii kendisi. Bense kendi ayaklarımla gidiyorum O’na. Soğuk bir hava ve erken bir saat seçtim ki böleyim Azrail’in Pazar keyfini.

24 Kasım 2017 Cuma

DERİN


‘’Ölürsem bir gün ansız, hiç beklemiyorduk demeyin. Bekler insan ölümü evveli kendinden.
Hisseder vücudunun yorgunluğunu. Sessizce çekilir kendisine gölgelerde, yavaşça ölümü kabullenirken.’’

DERİN

‘’Derin, gözlerim açılmıyor karanlıktan. Karanlık ki gömülmüş bedenim ıslak topraklara. O denli bir karanlık ki tenimin soğuğu daha aydınlık Derin. Düşerim korkusuyla hareket de edemiyorum ve burası çok dar. Hiç rahat da değil öyle. Ben yüzüstü yatmayı severdim kendimi bildim bileli. Burada kendini bile şaşırıyorsun Derin. Elimi yastığın altına koyarak dirseklerimi yaya yaya uyumayı, ayaklarımı yorganın dışında bırakıp üşüyerek uyanmayı severdim.

20 Kasım 2017 Pazartesi

TEMİZ


TEMİZ





‘’Elinden geleni yapmak yetiyor mu sence de tek başına? Kurtulabiliyor mu insan çektiği sıkıntılardan, her şeyi denese de? Sanmıyorum. Bütün hayatım çabalayarak geçti, bir şeyleri başarmaya çalışarak. Sonra birileri çıktı ve dedi ki, endişelenme, sen elinden geleni yaptın. Tekrar soruyorum, yetiyor mu cidden? Milyonlarcası da ellerinden geleni yapmamışlar mıydı? Milyonlarcası da istememişler miydi başarmayı, iyi bir hayat yaşamayı? Bilemiyorum. Bütün yollar gri, soğuk toprak, zift rengi gökyüzü ve bunca şeye rağmen yemyeşil tutmamız beklenen hayallerimiz.
Hayallerimiz ve biz, sallanıyoruz istemsiz.
Çekersen maviliğini gökyüzünden, renksiz kalacaktır bu deniz.

18 Kasım 2017 Cumartesi

IŞIK


IŞIK

‘’Huysuz olmak istemezdim ben. Önce sevdiğim kadın sırtını döndü bana, sonra da içimdeki çocuk bıraktı gitti beni.’’



‘’Gökyüzünün bir anlamı vardı önceden Nejla. Hava kapandı mı üzülürdük, yağmur yağıp da açıldı mı gökyüzü nasıl sevinirdik. Sanki yeniden dünyaya gelmiş gibisine, yerdeki küçük su birikintilerine basa basa ezerdik inadına asfaltları. Çim bitmesi gereken yerde işi olmayan o taş yığınını döverdik altı ışıklı spor ayakkabılarımızla.’’

‘’Nejla değil Necla Faruk. Çık artık gelecek kadınlar diyorum.’’

‘’Deli miyim ben Necla?’’

‘’Of Faruk! Sabahtır aynı şeyler, git dolaş dışarıda. Hava kapatmayıversin hemen başlıyorsun aynı şeylere bendeki kafa be adam kafa!’’

‘’Deliyim galiba Necla. Başka bir açıklaması yok yaptıklarımın o zaman. Deli olmasam sevmezdim seni çeyrek asır önce. Deli olmasam vermezdim her şeyimi, ezdirmezdim kendimi. Sabahın 7’sinde kalkıp gömlek, süveter, ceket giyip kravat takan bir adamım. Bakkaldaki çırağın korkulu rüyasıyım her sabah. Gazeteyi marketten al diyor o da bana. Çok konuşuyormuşum Necla. Cemil desen artık göremiyorum onu da. Sahi, yemeğe çağırmıştım en son. O gece saat on’a kadar da beklemiştim oysa sonra uyuyakalmışım. Sağ olasın sen de örtmemişsin üstümü, üşüyerek uyandım sabahına. Sonra da görmedim Cemili. Hava da açtı hem Necla, bak ne diyorum. Kalk hadi sahile inelim ya da ne istiyorsan onu yapalım hadi.’’

‘’Kadınlar gelecek Faruk günüm var diyorum bir haftadır, dinlemiyorsun ki bir kere olsun. Hadi sen de yavaştan çık toplaşırlar yavaştan.’’

‘’Dışarısı soğuk gibi ama boşver inmeyelim sahile. Akşama meyhaneye gidelim seninle. Eski cumalarda olduğu gibi. Cuma akşamları kravatını gevşeten meyhanede alırdı soluğu. Mesai çıkışından dükkan kapanışına kadar bir devlet dairesi gibiydi meyhane. Ayırttırıyorum yeri bak şimdi çıkıp.’’

‘’Tamam, Faruk. Yeter ki bir çık gez gel hadi.’’

‘’Şu merdivenleri de bir yıkamazsın kadın. Eve kadınlar gelecek diye içerisini didik didik eder temizlersin şu merdivenler en son su yüzü gördüğünde çatıdan su sızıyordu.’’
‘’Faruuuuk! Çığlık atacağım vallahi.’’

‘’Tamam, tamam sustuk.’’
Belki de bir daha dönmemek üzere evden çıkmıştı...

.
.
.

‘’Bazı şeyler geçmişte kalmalıdır, ışıklı spor ayakkabılar gibi.’’


15 Kasım 2017 Çarşamba

Tam Bağımsız Kalpler Birliği (TBKB) ( Renovated)


Tam Bağımsız Kalpler Birliği (TBKB )
08.10.2016



Başlığın garip ve anlamsız göründüğünün farkındayım. Bu başlıkla amaçladığım şey ise çok basit; açık açık soruyorum şimdi sizlere, aşık olmak için illa sevmek mi gerekir?

Bugünlerde kafamı kurcalayan şeylerin başını çekiyor bu karmaşık ilişki durumları. Hatta başını çekmekten öte, kerata tüm dertlerimi eze eze en başa çıkarmayı biliyor kendisini. Bu konuda biraz insafsız sanırım. En başa çıktığı için amaçladığı şeyi de başarıyor bu yolla; kendini bir numaralı gündem maddesi konumunda tutmak...

Tabii, bunu her zaman yapmıyor. En hazırlıksız ve her şeye açık olduğumuz zamanlarda yapıyor; bazen uyumak için bakındığımız tavanda beliriyor, bazense duyduğumuz bir şarkıyla şaşkına dönen vücudunuzun bu durumundan faydalanarak bünyeye sızıyor. İşte burada benim kafama takılan soru devreye giriyor. Bir insan evladını gördüm ve o an ona karşı müthiş bir duygu yoğunluğu hissettim diyelim, buraya kadar açıklanabilir ve gayet normal ilerliyoruz. Hissi nedenlerimiz küçük bir tebessüm, kaş, göz vb. fiziki ögeler olabileceği gibi içsel şeyler de olabilir. Bu yoğunluktan sonraki aşama, o ilk yakaladığımız duygu patlamasının peşinden koşmamız. Onu bir daha görme isteği ya da onu sürekli görme isteği... Belimin artık sola doğru kamp kurmasına rağmen bir kere bile olsa onunla göz göze kalabilme ihtimali... Bir yerde otururken manzaramızı onu gören yerlerden seçme durumu... Bunlar hep o ilk duygu patlamasının- ''ilk olan en güzelidir'' deki- tekrar yaşama isteğinden kaynaklı gelişen durumlar. İnsanı aşık eden kısım da burası zaten. İlk anda yaşadığımız o duyguyu bir daha yaşamak için karşıdaki kişiye yakınlaşma, bir nevi insanın kendini tatmini. Hani bu, ders çalışmak için heveslendiğinizde ilk olarak odanızı toplamanız, kendinize layık bir çalışma ortamı hazırlamanız gibi bir şey. Toparlarken gayet motive ve çalışma isteğiyle yanarken bu toparlanmanın ardından kendinizi birden bitkin, üşengeç ve işe yaramaz hissetmeniz gibi. Yani bende böyle. O ilk anki motivasyonum ve isteğim nedense bir süre sonra kayboluyor ve sevmeden aşk yaşıyor gibi hissediyorum kendimi. Kalbime sorsam ''aşıksın işte lan!'' derken, beynim çok bilmiş bir şekilde ''ne işin var senin böyle şeylerle'' diye öne atılıyor. Ama bu konuda kabul gören organ kalp olduğu için bu sefer de içimde adeta bir ''derin devlet'' yapılanması hissediyorum. Kalbi tasfiye eden beyin hücreleri, bu aşkı vücudumdan temizlemek için çaba sarf ediyorlar. Bense bu durumdan habersiz, günde iki doz olarak aldığım bunalım hapının etkisinde garip düşüncelere dalıyorum. Beyin hücrelerim, bana sürekli kalbi kötüleyen sözler söyleyerek ona karşı olan güvenimi sarsmaya ve onu dinlememem konusunda bilgilendirmeye çalışıyorlar. Ben de mecburen inanıyorum beyin bu boru mu?...

Aradan uzunca bir zaman geçiyor ve beni artık çoğunlukla ele geçirmiş durumda olan beynim, son kalem olan benliğime ansızın bir girişimde bulunarak bütün yönetimime el koymaya çalışıyor. İşte bu aşamada, asil duyguların hoşgörülü organı tüm bu girişimi bozarak püskürtüyor. Daha sonrasında da beyin hücrelerimi mülakatla seçmem gerektiği konusunda bana tavsiyede bulunuyor. Ben de ona bu noktada beni affetmesini, beynim tarafından kandırıldığımı söylüyorum ve arayı biraz düzeltiyorum. Artık benliğime kalbim hükmediyor. İşte bu noktada aşk ve sevgi kelimesi benim için bir bütün teşkil eder hal alıyor ve nihayet bu karmaşanın içinden çıkabiliyorum. Bir geyik felsefesinin temelini oluşturan ''kalbini dinle'' öğretisi yolunda kendimi bir fedai olarak atıyorum. Beyin hücrelerimi çekinmeden infaz ediyor ve kendimi kalbin ellerine bırakıyorum...

Bu noktada işte seven insanın neden düşünemediğini anlıyorum. Seven insan mantıklı düşünemezin anlamsızlığı,benim için ortadan kalkıyor.

Kalp hükmederken insanın benliğine, beyne laf düşmüyor. İşte insan bu sebepledir ki; ''aşk'' adı altında gözü kara, umursamaz ve adanmış davranıyor, düşünmeden davranıyor.

Aşık olmak için illa sevmek değil, bağımsız bir kalp gerekiyor.
Severken mantıklı davranmak için ise...
boş verin.

TBKB

TAM BAĞIMSIZ KALPLER BİRLİĞİ...

11 Kasım 2017 Cumartesi

KOKU



KOKU

‘’Koş!’’

Koşamıyordu. Ayağına takılan dikenli bir dal, bileğine kadar yarmıştı ayağını. Arkadan gelenler hiç bakmadan yanından geçip gidiyorlardı. Bir tek Raşit, Raşit sesleniyordu, bağırıyordu ona.

‘’Kooooş!’’

Raşit, tepeyi aşmak üzereydi. İhsan’ın bağrışını duyduğunda ancak bakmıştı arkasına. İhsan’ı bırakmak istemezdi. Yüzlerce insanın, İhsan’ın üstüne basa basa kaçmaya devam ettiklerini gördükçe dayanamadı. Tepeden geriye doğru koşmaya başladı.

‘’İhsan, geliyorum!’’

İhsan, Raşit’e gelme diye bağırıyordu. Kabullenmişti geride kalmayı, bırakılmayı. Bir kişinin daha onunla birlikte geride kalmasını istemiyordu. Hele o kişinin Raşit olmasını, hiç istemiyordu. Raşit, bütün gücüyle yokuştan aşağıya doğru koşmaya çalışıyordu fakat o kadar kalabalıktı ki birilerine çarpmadan ilerlemesi imkansızdı. Tam o sırada yüzünde bir sıcaklık hissetti, durdu. Etraf kırmızıya bürünmeye başlamıştı, bir dalın yüzünü kesebileceğini düşündü anlık. Yanaklarına doğru kayan bir kırmızılık hissetti. Sonrasında alnına götürdü parmaklarını, parmakları laciverde boyandı.

‘’Babam uyanıyooor! Aslı, kaaaç yakalanmayalım.’’

‘’Çocuklaaaar, rahat bırakın babanızı uyusun.’’

Aslı’yla İrem, babalarının yüzünü pastel boyalarıyla boyuyorlardı. Bir Pazar kahvaltısı öncesi onlara göre kesinlikle böyle olmalıydı.

Raşit uyandı. Kızları kovalayarak onlarla oyun oynuyordu. Eşiyse mutfakta kahvaltıyı hazırlıyordu. O sırada Raşit’in telefonu çaldı. Arayan İhsan’dı.

‘’Müsait misin?’’

‘’Bir dakika bekle, kızlar var banyoya geçeyim.’’

‘’Raşit, dün gece hakkında konuşmamız lazım.’’

‘’O konuyu açmaman gerektiğini sana özellikle söyledim İhsan.’’

‘’Ben yapamıyorum. Aklımdan çıkmıyor.’’

‘’Telefonda konuşmayalım. Yanına geleceğim öğleden sonra, kimseyle konuşma ben gelene kadar.’’

‘’Tamam ama acele et.’’

Banyodan çıkan Raşit, eşinin yanına giderek ona kahvaltıdan sonra dışarıda biraz işi olduğunu söyledi. Ailecek yaptıkları planı, haftaya ertelemeleri gerektiğini söyledi. Eşi duruma üzülse de kötü bir şey olup olmadığını sordu Raşit’e.

Raşit,

‘’Bir sıkıntı yok hayatım. İhsan’la iş hakkında konuşmamız gerek yarın önemli bir görüşmemiz çıkmış, birkaç düzenleme yapmamız lazım.’’

Diyerek, durumu karısına açıkladı.

Kahvaltının ardından evden çıkan Raşit, İhsan’ın evine doğru yürümeye başladı. Evleri yakın sayılırdı. Yürüyerek on on beş dakikada gidilebiliyordu. Sakin tavırlarla yoluna devam eden Raşit, apartmana gelince İhsan’ın ziline bastı. Kapı açıldı ve Raşit, asansöre bindi. İhsan 12.katta oturuyordu. 12.kata gelince asansörden inen Raşit, 48 numaralı dairenin ziline bastı.

İhsan kapıyı açtı ve

‘’Nerede kaldın, kaç saat oldu!’’

Stresli bir şekilde Raşit’ten hesap soruyordu. Raşit, ayakkabılarını çıkartıp içeri girdiğinde bir koku hissetti. İçerisi ağır şekilde ter kokuyordu. İhsan, kapıyı kapattı. Raşit birkaç adım daha attı. Salonun girişinde yerde duran siyah tişörte gözü takıldı. Sesli bir şekilde,

‘’ Haaa siktir!’’

.

.

.

‘’Bazı şeyler havada kalmalı, Koku gibi.’’

7 Kasım 2017 Salı

Şüphe

ŞÜPHE
‘’ Bir garip cennet, hurilerle bakidir. Bir garip cinnet ki ölüm kadar anidir.’’

Saat sekize gelmek üzere, Cansu hala uyuyor.
‘’Cansu!’’
‘’Uyanmayı düşünmüyor musun?’’
Birden içerden bir ses, Cansu bağırıyor;
‘’Kahvaltı hazır!’’
Yavaşça kalkıyorum yataktan, dün gece yine siyah tişörtümle uyuyakalmışım. Üşüyerek uyanmam ondan. Tişörtüm de iyice koktu, yıkanmam gerekiyor ama kahvaltı da yapmam gerek Cansu’yu bekletemem, beklemeyi sevmez. Salona doğru yürüyorum, siparişiniz hazır diye sesleniyor garson;
‘’48 numara! Siparişiniz hazır.’’
‘’Ben alırım hayatım.’’
Diyerek gidiyorum siparişi almaya doğru. Cansu da pek sever dışarıda makarna yemeyi. Evde böylesini yapamazmış, defalarca denemesine rağmen bir türlü tutturamıyormuş dışarıdaki lezzeti.
‘’Mutsuzum biliyor musunuz? Haşlanmak için tencereye atılmış makarnalar gibiyim ya da  yahni olmak için kazanın içinde bekleyen Kemal Sunal gibiyim, benim yahnim iyi olmaz diye etrafıma bağırıyorum. Dün gece de salata yemeyi denedim elit insanlar gibi. Sadece elit insanlar salata yemez tabii ama tavuk da koydum bu sefer salatama. Pek bir şey anlamadım. Ondan mutsuzum galiba. Tavuğu severim, Cansu da makarnayı sever. Tavuklu makarna yapabilirim bu akşam. Cansu dışarıda yemese bari, aç mısın?’’
‘’Yedim ben tatlım, arkadaşlarla iş çıkışı bir şeyler atıştırdık’’
Yumruk attım birden garsona;
‘’Ne artistlik yapıyorsun lan sünepe! Ne demek beğenmiyorsanız başka yerde yiyin? Gebertirim seni şuracıkta!’’
‘’Tatlım, iyi misin?’’
‘’Makarna yapmıştım, tavuklu hem de. Birlikte yeriz diyordum.’’
Cansu gelse bari eve yemek de pişmek üzere.
‘’Alo, evet benim. Nerede? Nasıl olmuş? Hemen geliyorum.’’
‘’Bardaki adam sana bakmıyor değil mi Cansu? Yer değiştirelim yoksa tatsızlık çıkartacağım gece gece.’’
‘’Sakin ol hayatım, ceketimi tutar mısın? Lavaboya gidip geleyim sonra yer değiştiririz.’’
‘’Dön lan önüne!’’
Hava da bugün pek nemli, soğuk da ama. Soğuk hissediyorum. Taze bir ölü kadar soğuk tenim. Tuvalette de sıra var sanırım. Kaldırımdaki adamdan midye yesem iyi gelir mideme. İçmemem gerek, dokunuyor bana. Kaldırımın üstünde kırmızı renkte bir ceket kalmış. Bütün kalabalığın ardında kalan yalnız bir ceket. Yanlış hatırlamıyorsam Cansu'nun üzerindeydi bu gece. Cansu, severdi kırmızıyı. Az önce Cansu'yla birlikteydim oysa. Üstünde ceketi de vardı. Şu an yanımda kimse yok ve Cansu'nun ceketi yerde, kaldırımda. Bir kalabalık, nemiyle üstünden geçti gitti. Bağıranlar vardı. Az önce yanımdaydı Cansu. Dün gece Cansu'ya gitmiştim bardan çıkınca. Belimdeki tabanca hala belimde fakat Cansu yok. Siyah tişörtüm de kokuyor artık, ceketim de kayıp. Cansu'da kaldı galiba. Sağıma soluma bakınıyorum fakat yüzüme nemden başka değen bir şey yok. O sırada Cansu öpüyor yanaklarımdan, yanımdaymış meğer.
‘’Geldim, tatlım.’’
.
.
.

‘’ Bazı şeyler havada kalmalıdır, Ay gibi.’’


14 Ekim 2017 Cumartesi

Dünya, Bir Tımarhanedir


Dünya Bir Tımarhanedir
'' Dem Fanzin'de yayınlanmış bir denememdir.''




Monteigne kardeşim Denemeler’i yazdı. Ben de, Yanılmalar’ı yazacağım.

Hepimiz birer kuş olup kanatlanmıştık, pek sevgiyle yad ettiğimiz sevgi kelebeği gezegenimizde. Hani bir beyaz, bir griydik. Bizdik neticede; insandık.

Denedik, yanıldık. Denemekten korktuk, kaçtık ya da kaçırıldık.

Çabaladık, hayal kurduk; aldatıldık.

İnandık, bağlandık; kandırıldık.

Güldük, eğlendik; yaftalandık.

Ağladık, üzüldük; umursanmadık.

Ve dahasını, insanlık olarak tattık ve tadıyoruz.

Bir dem de olsa, sorgulamak gerektir yaşamın her dakikasını.

Sorgulamadan, sorgulatmadan ulaşamayacağımız, ulaşsak da ulaşmamış olmayı dileyeceğimiz gerçekler etrafımızdalar.

İnandığımız din, dinler ya da inanmadıklarımız.

Şahit olduğumuz acılar, savaşlar, yıkımlar, çocuklar…

Düşünmek, bir deli savunmasıdır Dünya tımarhanesinde.

Bazen beynimin içi, Elon Musk evreninde seyrediyor gibi hissediyorum.

Bütün bu savaşlar, acılar, birkaç denyo güzel vakit geçirsin diye kurgulanmış senaryolar gibi geliyor.

Aksini düşünerek, insanlığın derdini çözebileceğimi sanmıyorum.

Sorgulama yeteneği belli oranda verilmiş yapay varlıklarız bu gezegende.

Birkaç fabrika hatası ya da ithalat fazlası olanlarımız, bizleri yanıltmasınlar.

Yapay da olsa, kendini geliştiren ve de bizlerden sıyıranlaraysa büyük saygı göstermemiz gerektiğini hatırlatmalıyım.

Ölümsüzlüğü bulma hayalinden tutun da, mevcut gezegenimizden kaçarak koloniler kurmayı düşünenlerimiz var. Onlara, Gemide filminin meşhur kum boşaltma sahnesindeki Erkan Can repliğini armağan ediyorum. Ama yazmıyorum.

Yapay bir evrende sürükleniyoruz, her günümüz sanırsın westworld’vari bir evrende geçiyor.

Ölümsüzlüğü, birkaç seneyle kaçıracağımızı düşünenlerimiz bile varlar.

Onlara, çok saygı duyduğum bir söz yazarından şu sözleri armağan etmek istiyorum;

Dünya ne sana ne de bana kalmaz.

Rothschildlere kalmadı böyle, hiçbir kitap yazmaz.

Ne demiştik, Dünya bir tımarhaneydi.

Ve bizler de, giydiğimiz deli gömleklerinden kurtulma gayretinde ya da bu gömlekleri kabullenmiş biçimde ölümü bekleyen delileriz.



Az Ötede Yaşayan İnsan

‘’ Çok değil, azıcık. ‘’






10 Ağustos 2017 Perşembe

Metonya'da Yaşam


Selamlar, Metonya Halkı!
Öncelikle Metonya neresidir, nedir, ne değildir? Soruları ile başlamak, vatandaşlık hak ve görevlerinizi, ülkemizin ilke ve vizyonunu bilmenizde önem arz etmektedir.
Metonya, kurucumuz Metin Bey Amca tarafından, 2012 yılında kurulan, iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise tanımsız bir ülkedir.
Milli marşımız; https://www.youtube.com/watch?v=Jm3C8aJlZU8 olup, büyük acıları ve yaşadığımız sıkıntıları tasvir etmektedir.
Para birimimiz, Metonya Falan’ıdır. 
 





100 Metonya Falan’ı, 23 Dolar ile eş değer olup, ekonomimizin ne kadar devasa bir güç olduğunun göstergesidir.
Başlıca gelir kaynaklarımız trafik cezaları, zabıtalarımızca kesilen cezalar, ülkemizin resmi çiçekçisince elde edilen gelir, Melül’ün topladığı sadakalar, Milli Piyango gelirleri, MBV( Metonya’yı Büyütme Vergisi) vb. olarak devam etmektedir.
Lokasyon olarak, siyasi bir bataklığın içerisinde fakat, bir o kadar da dışarısında kalmaktayız.
Etrafımız, 3 adet duble yol ve bir adet yabancı ülke otoparkı ile çevrilidir.
Başlıca düşmanımız, otopark mafyaları ve sınır ihlali yapan kendini bilmez magandalardır.
Müsterih olunuz ki, Metonya Silahlı Kuvvetleri(MSK) en dirençli ve etkili savunmayı yapıyor olup, ülke sınırlarını korumaktadır.
Ülkemiz önemli telefon numaraları;
İtfaiye= Gerek yok.
Polis=1453
Jandarma=1071
Acil Servis=M.Ö. 271
Doğal Gaz Kaçak İhbar=Henüz gelmedi.
Belediye Hizmetleri= Herkes kendi evinin önünü süpürse …
Ülkemizde meşhur olan gıda ve el sanatları;
Gıda olarak Pişmaniye,
El sanatları olarak da, el yapımı at heykelcikleri, heykelleri vb. süslemeler, oldukça satmaktadır.
Ürün başı %1.92 TÖV(Tükettiysen Ödeyecen Vergisi)
%2.64 ASGV(Ay Sonunu Göremedik Vergisi)
%5 HKV ( Hepsinin Karesi Vergisi)
Alınmaktadır.
Ülkemiz, diğer tüm ülke vatandaşlarına açık olup, şengen vizesi içersinde bulunmaktadır.
Serbest dolaşım hakkı, sınırlarımız suistimal edilmedikçe geçerlidir.
Ülkemizde, her 5 ayda bir seçimler yenilenmekte olup, Kral I. Metin Bey Amca sabit olarak kalmakla beraber, bir başbakan seçilmektedir.
Şu an bu mevkiimiz boştur.
Bu seçimlerde aday olabilir, Metonya’nın başbakanı olarak, kalkınmamıza bir marka yüzü olabilirsiniz.
Elbette bitmedi ve, elbette bitmeyecek.
Metonya, yükselen bir değer olarak, adından sıkça söz ettirecek, Dünya’nın sayılı ülke ekonomileri arasında yer edinecektir.
Bir başka tanıtım bülteninde, daha fazla kişiye erişebilmek ve, vatandaş edinebilmek üzere görüşmek dileğiyle.
Vatandaşlık başvurularınızı;
-          Bir adet öğrenci belgesi,
-          Beş adet vesikalık fotoğraf,
-          Bir adet işsiz arkadaş,
-          Veli izin belgesi
İle, otopark gişesine yapabilirsiniz.
Metin olun!

yeni bir başlangıç

2014 yılından itibaren yazmaya başladığım bu blogumu, yeni bir başlangıç için emekliye ayırıyorum. İlk yıllardan itibaren daha profesyonel d...